İyi Bir Dünya’da bu hafta Yasemin Salih’in konuğu Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Gıda Güvenliği Derneği Bilimsel Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Barbaros Özer oldu. Ekonomi Reform Paketi’ndeki Gıda Güvenliği ve Stok Takip Sistemi’yle ilgili alınacak tedbirlere ilişkin görüşlerini paylaşan Prof. Dr. Özer, gıdada birincil üretimden sofralarımıza gelene kadar geçen sürecin tamamı denetim altına alınabilirse gıda güvenliği sorununun çözüleceğini söyledi. Prof. Dr. Özer, süt ve etteki kayıt dışılığın en büyük problem olduğunu ifade ederken, sütte bu oranın yüzde 50’yi bulduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Özer’in görüşlerinden öne çıkan başlıklar şöyle:
➤Gıda Güvenliği Derneği’nin temel hedefi, Türkiye’de gıda güvenliği bilincinin hem üreticilerde hem tüketicilerde oluşması için gerekli enstrümanları kullanarak bir farkındalık yaratmak.
➤Gıda güvenliğini sadece mikrobiyoloji, kimya ile değil her boyutuyla; Avrupa ne yapıyor, ABD ne yapıyor, yeni açılımlar, yeni eğilimler, yeni parametreler neler vs. gibi alanlarda farkındalık yaratmaya çalışıyoruz.
➤Mevcut yasalara bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerde bir gıdanın güvenli olması ön koşul. Uluslararası koşullar nelerse bizde de var şu an. Türk Gıda Kodeksi’nin ürün tebliğlerinde inanılmaz derecede detaylı bir planlama görürsünüz.
➤Birincil üretimden sofralarımıza gelene kadar geçen sürecin tamamını denetim altına alabilirsek zaten gıda güvenliği sorununu çözeriz.
➤Kamunun gıda güvenliğinde denetimi gereklidir ama çok da zordur. Burada belirleyici olan tüketici tercihleridir.
➤Büyük üretim kapasitelerine sahip ama bir mandıra zihniyetinde olan firmalarımız 20 senenin sonunda gıda güvenliği programlarını uygulayan, iyi bir özdenetim kurdular.
➤Tüketiciler zorladı, perakendeci uydu. Perakendeciler zorladı, sanayiciler uydu. Sanayiciler döndü birincil üreticiye, “Bak, ben artık iyi üretim yapmak istiyorum, sen de iyi hammadde üreteceksin” dedi ve Türkiye bir noktaya geldi.
➤Bizim en büyük eksikliğimiz kayıt dışılık. Türkiye’de 2020 sonu itibarıyla 23-24 milyon ton süt ürettiğimizi düşünüyoruz. Sürekli artıyor. Hayvan sayımızda artış yok ama. Bunun yüzde 50’ye yakını nereden geliyor, nereye gidiyor bilmiyoruz.
➤Kaliteye bağlı prim sistemi oturtmamız lazım. Tarım Bakanlığı geçen yıl ortalama litre başına soğutulmuş süte 25 kuruş verdi. 2 lira 30 kuruş da çiğ sütün litre fiyatıydı. Bunun koşulu sütünüz %3,6 yağlı olacak, %3,2 de protein içerecekti.
➤AB ortalamasına baktığınızda ette de sütte de yüzde 96’nın altına inmez kayıtlılık. Üretilen her damla süt kayıtlıdır. Türkiye dünyanın en büyük 9’uncu, Avrupa’nın 3’üncü süt üreticisi. Ette ise dünyanın kırmızı et ihtiyacının yüzde 1,4’ünü karşılıyor.
➤Et, süt, hububat, meyve-sebze gibi ürünlerde maliyetleri düşürmemiz lazım. Geçen sene süt üretim maliyetlerinde yüzde 30 zam oldu. Fiyatlara hiç zam yapılmadı. Ocak itibarıyla yüzde 20-25 zam yapıldı.
➤Maliyet dezavantajından ötürü firmalarımız yüksek kaliteli ürünlerini gönderemiyor Avrupa’ya. Her yere ürün gönderiyoruz ama Avrupa’ya gönderemiyoruz. Hem üreticiyi hem sanayici sübvanse eden, iyi çalışan bir sistem var Avrupa’da.
➤Sinop’tan Hatay’a bir ip çekin, ülkenin doğusuna doğru bakın; bir tane süt fabrikası yok.
➤7 liraya kaşar peyniri yeme şansınız yok. Peynirine en az 10 kilo süt harcamanız lazım. Çiğ süt 2 lira 80 kuruş oldu bu sene. Sadece 20 liraya yakın sütüne para veriyorsunuz. İşçi parası, giderler, vergi, market karı, sizin karınız derken…